Garabet Orunöz, on beş yıllık hasret yolculuğunun sonunda kavuştuğunuz kız kardeşiniz Filor’la bir fotoğrafınız yok mu?
Fotoğrafımız olmaz olur mu? Malatya’daki çocukluğumla ilgili hiç fotoğrafım yok. Ama Tuzla Kamp Armen’deki çocukluğumla ilgili pek çok fotoğrafımız var.
Bacım Filor’la da fotoğraflarımız vardı. Filor’a babalık eden kişi çekiyordu fotoğraflarımızı. Bana da verecekti o fotoğraflardan. Ama bana bir tanecik bile fotoğraf vermedi. Benim de fotoğraf makinem yoktu o zaman. Bacımın fotoğrafı yok bende, tıpkı anamın fotoğrafının olmayışı gibi.
Öyle bir durum oldu ki on beş yıl aradığım, zorla bulduğum bacımı, bana göstermemeye başladılar. Bacımı evlat edinen aile, hatırı sayılır, itibarlı ailelerden biri. Yurt dışına gidip oradan haber yollamışlar Türkiye’deki yakınlarına; hanım hamile, diye. Sonra da kızımız doğdu, diyerek haber yolluyorlar. Bir süre sonra da yurda dönüyorlar. On beş yıl sonra kızlarının evlatlık olduğu gerçeğini yakınlarına nasıl açıklayacaklar? Bu gerçeğin duyulmasını asla istemiyorlar. O nedenle de Filor’la biz gerçeği bilsek de artık bizi görüştürmek istemiyorlar. Tek korkuları, çevrelerine karşı durumlarının, itibarlarının sarsılacağı endişesi. Bacımı kaybetme korkusu da var mıydı, onu tam bilemiyorum. Olabilir de, doğaldır.
Siz, gerçekten kardeşiniz Filor’u, onu yetiştiren, seven aileden almak istiyor muydunuz?
Evsiz, işsiz, kimsesiz biri olarak böyle bir şeyi nasıl düşünebilirim? Bacımın yeri rahattı, onu çok seven bir ailesi vardı. Onun düzenini nasıl bozardım? Tek istediğim, kardeşimi sık sık görmekti. On beş yılın acısını çıkaracağımı sanıyordum, umuyordum. Ailemden kimsenin yanımda olmayışı da bunda etkendi. Anamdan armağandı. Anama sorumlu duyuyordum kendimi. Anamın, üç aylıkken ardında öksüz bıraktığı bacımı bulmadan âşık bile olmamaya söz vermiştim. On beş yıl, her yüzde aradığım bacımı görmeden nasıl yaşardım? Üstelik askerlik yaşım gelmişti, askere gidecektim.
Filor’u sizden nasıl uzaklaştırdılar? Bu durumda siz ne yaptınız?
Kardeşimle Tuzla’daki Kamp Armen’de karşılaştırılmıştık, büyük cevizin altında ağlaşmıştık. Hrant Dink, kendi de ağlarken bizi teselli ederek susturmuştu ya. İşte o gün ben, kardeşimi nasıl aradığımı anlattım. Kardeşim de kendisinin evlatlık olduğunu, nüfus cüzdanının sayfalarından nasıl öğrendiğini, böylece bir aile arayışına giriştiğini anlattı. İyi ki de anlatmışız. Bir daha görüşme fırsatı verilmeyecekmiş meğer.
O gün birkaç saatlik sohbetten sonra Filor, birden kampın telefonundan babalığını aramaya gitti. Ben de beraber. Babacığım sana çok önemli bir sürprizim var, yarın kampa mutlaka gelmelisin, dedi. Ertesi gün baba, erkenden, tek başına geldi kampa. Ben ve kardeşim Filor birlikte karşıladık babayı. Baba beni hemen tanıdı. Dertleşmeye oturduk ve başladı olayları en başından anlatmaya. Filor'u nasıl evlatlık edindiğinden, tüm ailesinden nasıl gizlediğine kadar. Bu arada bol bol fotoğraf da çekti. Ama ne yazık ki; bir tanesini dahi bana vermedi.
Kardeşinizle görüşme girişiminiz, karakolda niye noktalandı?
Baba, her hafta olmasa bile on beş günde bir, kardeşinle seni mutlaka görüştüreceğim. Yalnız, sen bizim eve; hatta sokağımıza sakın gelme, diye de tembihledi. Bekliyorum, kırk beş gün geçti, beni arayan yok. Beni oyalamaya başladığını anladığımda, bir akşam evlerine baskına gittim. Gençlik işte, dosdoğru, yıldırım gibi hareket ediyorsunuz. Ölçüp biçemiyorsunuz.
Filor'un dayısı karşıladı ve beni kovdu. Ben de tehdit ettim. Beni polise şikâyet ettiler. Karakolluk oldum. Polislere derdimi anlattım. Anlayışla karşılandım. Tehdidimin, hatam olduğunu ve tekrar etmemem gerektiğini söyleyip salıverdiler. Bu karakol maceralarım epey devam etti.
En son bir kahve bombalanmıştı ve benim üzerime yıkılmak üzere gözaltına alındım. İşin içinden yine babalık çıktı. Polise, kızının bir serseri tarafından kaçırılıp, kötü yola sürükleneceği, bu kişinin de ben olduğumu ihbar etmiş. Öyle bir polis bulmuş ki… Bulduğu polisin kız kardeşi kaçırılarak kötü yola düşürülmüş meğer. Polis, bana ölümlerden ölüm beğen, diyor. Bu ihbarla polisler beni alıp götürürken oldukça öfkeliydiler. Yarı yolda çapraz sorgudayken Filor ile kardeş olduğumuzu, kimlik fotokopilerimizden ispat edebildim.
On beş yıl aradığım kardeşimi bir daha göstermediler bana. Kardeşimle tanışmamızın yedinci ayından sonra askere gittim. Ben askerdeyken, kardeşimin okul arkadaşı vasıtasıyla haberleştik. Haziran ayında aldığım bir mektupta, kardeşimin nişanlandığını ve haftaya da düğünü olduğunu yazmıştı. Düğüne bir gün kala firar ettim. Usta birliğimi öğrenmiştim. Geri döneceğim gün de eski Başbakanlardan Nihat Erim öldürülmüştü. Yollarda sıkı arama vardı. Askerim ve izinden dönüyorum diyerek, yakalanmadan birliğime döndüm. 18 gün ceza aldım. Kardeşimin düğününde bulunmuştum, bu mutluluğun bedeli de 18 gün cezaymış.
Kardeşinizin düğününde, düğündekilere kendinizi tanıtabildiniz mi?
Olur mu? Ailenin endişesi, kızlarının evlatlık olduğunun duyulması. Bu durumda, bir yabancı gibi bir köşede seyrettim kardeşimin mutluluğunu.
Askerden döndükten sonra da kardeşimi göstermediler bana. Kardeşimin hamile olduğu haberini başkalarından duydum. Göremesem de varlığını biliyordum. Haberlerini alıyordum. İzini bulmuştum ya, varlığı yetiyordu. Yetinmek zorundaydım…
Not: Yazı dizisi sürecek.
Bir sonraki bölüm: “Malatyalı Ermeni Garabet Orunöz’le nasıl tanıştık.”
Sultan KILIÇ
sultankilic44@hotmail.com