YÖREMİZ ARAŞTIRMACI ve TARİH YAZARI Sn. BAHOZ ŞAVATA İLE SÖYLEŞİ

Mehmet Ali Çabuk'un Araştırmacı ve Tarih Yazarı Bahoz Şavata ile Söyleşisi

YÖREMİZ ARAŞTIRMACI ve TARİH YAZARI Sn. BAHOZ ŞAVATA İLE SÖYLEŞİ
-
Merhaba, ben Mehmet Ali Çabuk… 
          
-Merhaba!
-Bahoz ve Şavata yani adınız ve soyadınızın sözcük anlamlarını açar mısınız? 
- “Bahoz” adı, Kürtçe bir kelime olup, havanın helezoni olarak, fırtınalaşarak yukarıya çekilişine denir. “Şavata” soyadım ise;  Büyük Dedemiz Ossé Şéwata’dan kalmış bir lakaptır. Sonradan da soyadımıza dönüşmüş. “Şéwata” adının Türkçesi;  “yanık/yangın” anlamındadır. Daha önce ailemizin tanımında bölgede lakaplaşmıştır. Hikayesi de şöyle; Büyük Dedemiz Osso, dağda bir yangına sebebiyet vermiştir. Şavata lakabı önce dedemizin hatası sonucu çıkan yangında yanan dağlık bölgeye “Waré Şéwata” adını kullanmışlar. Sonra bizleri tanımlamada “Şewatayan” (Yanıklar) demişler. 1936 da “Soyadı Kanunu” çıkınca, köye devlet memuru gelmiş, dedem köyde yokmuş. Köydeki Yama Dağından ötürü soyadımızı “Yama” koymuş ve çekip gitmiş. Memur köyden gittikten sonra, Dedem bir süre sonra köye gelmiş, durum hakkında bilgi almış. Ancak rahatsızlık duymuş olacak ki, memurun peşinden iki atlı adam yollamış ve memuru tekrar getirtmiş. Dedem, Memura sormuş:
- ‘’Soyadımızı ne koydun ‘’ demiş. Memur da;
- ‘’Yama Dağı’nın yüceliği, ailenize soyadı olarak yakışır, düşüncesi ile “Yama” koydum’’ deyince, Dedem;
- ‘Yama” adı ile yüce Yama Dağları akla geldiği gibi, bir giysiye yamanan “Yama” da akla gelebilir. Sen en iyisi Büyük Dedemizden bize geçen lakabımız “Şéwata’yı” soyadımız yap! Dıréjanlı “Şavata” adını duyunca aklına ailemiz gelir. Biz Şavatalar Osso’nun torunlarıyız.’’ Der. Böylece “Şéwate lakabı Türkçe yazımla “Şavata” şeklinde soyadımız olarak kayıt olur.
- Biz, sizleri ‘’Dıréjanlı’’ bilirken az önce sohbette siz ‘’Zeynanlıyım’’ dediniz. Konu hakkında bilgi verirmisiniz?
- Evet, biz Kürdçe dilin Yukarı Kurmanci ağzını kullanırız. Fakat Dıréjanlı değil, Zeynanlıyız. Dedemizin H. Ali’nin Şatıroğlu Sırrı Ağaya yazdığı şiir tarzındaki mektupta da geçer: 
“Ne Zeynan’lı boyundadır. 
Ne benim soyumdadır.” Sözlerinde olduğu gibi ayrı bir Kürd aşiret boyu dillendirilir, 
-Dedenizin Şiirleri mi?                                                            
- Evet, dedem H. Ali Şavata’nın Kürtçe ve Türkçe gulbengleri vardır. Zamane şairlerindendir. Bunun dışında bazı belgesellerde, sözlü tarihimizde de anlatılır. Dırejanlılarla Yama’da birlikte olmamız, aynı coğrafik bölgede birlikte yaşamamız, kız alıp, kız vermemiz bizi kaynaştırmış ve Dıréjanlılık üzerimize kalmıştır. Aslımız Zeynanlı Aşireti Akçadağ’dan, Sivas’a, Sivas’tan, Tokat’a kadar uzanan coğrafyada Zeynanlı Aşireti konumludur. Benim kişisel araştırmalarıma göre; Canbeg, Rışvan, Dıréjan, Zeynan Aşiretleri konfederasyon olarak birliktelikler  Yama Dağlarında daha önce birlikte yaşamışlardır.  
- Şavatalar ağa mıydı?  
- Hayır! Şavatalar ticaret erbabıdır. Bezirgandırlar… Tokat, Sivas, Erzurum, Trabzon, Ceyhan, Antakya-İskenderun, Adana-Mersin, Ankara-İstanbul, Halep ve Beyrut arasında mekik dokurcasına büyükbaş ve küçükbaş mal indirip, mal kaldırmışlardır. Bir ayağı köyde, bir ayağı şehirde, bir ayağı yaylada çalışkan bir aile… Malatya'da ki diğer Kürd ailelerden Şavata Ailesi'nin farklılığı; tüccar, eşraf, otoriter, sülaleden aydınları bilinen ve bölgede mezar taşlarındaki kitabeleri Kürdçe yazılı olan görünümleridir. Şavata Ailesi sadece Malatya’da değil, Beyrut’a kadar olan coğrafyada tüccar, işadamı, hayırsever, sinema, edebiyat, tarih, siyaset, çiftçilik, hayvancılık ve her alanda çok faal bir ailedir.

- Tekrar size dönersek, siyasi geçmişinizi de kısaca sunar mısınız?
-Babam Muhsin Şavata, tüccarlığının yanı sıra siyasi bir kişiliktir. Kürd halkının etnik sorunlarını resmen Türkiye Devlet yetkililerine dillendiren dilekçeleri nedeniyle ünlü Kürd Davası: "49'lar Davası"ndan ve 1980 sonrası birçok başka davadan siyasi düşüncelerinden ötürü hem tutuklanmış, hem yargılanmıştır. Olgun Armut dibine düşer. Ben Muhsin Şavata’nın oğlu Bahoz Şavata, 1979 yılında Devlete karşı girişmiş olduğum askeri bir eylem nedeniyle, Kawa Kürd Davasından 
yargılanmış, uzun yıllar bu nedenle politik tutuklu olarak kalmışım. İlk cezaevi hayatı sonrası 1990 yılında Güney Kürdistan'da; "Bereye Kürdistan" (Kürdistan Cephesinde) yer aldım. Güney Kürdistan’da “1991 Newroz Ayaklanması” döneminde Süleymaniye şehri, Kaledize kazası bölgesinde arkadaşlarım ile birlikte Sahra Hastanesi kurarak, bölge halkına sağlık hizmeti verdik. İstanbul’a geri döndükten sonra kısa bir dönem tutukluluk geçirdim. Cezaevi sonrası çeşitli yayın ve kültürel kurumlarda çalıştım. Aynı zamanda araştırmacı ve politik yazarım. Kürd yayın organlarında, sosyal medyada yüzlerce makalenin yanı sıra, birçok film senaryosu ve “Ön Asya Halkları ve Kürdlerin Tarihi” adlı iki cilt halinde yayınlanan antik tarih kitaplarının da yazarıyım.  
- Şavata Ailesini dönüştüren Dede veya kuşak sizce hangisidir.
- Her birinin bir marifetini görüyoruz. Periyodik olarak birbirlerini aşarak ailenin işleyişini sürdürüyorlar.  Fakat 1893 doğumlu Hacı Ali Şavata farklılaşıyor. Cezaevinde genç yaşında Osmanlıda Padişah Aptülhamit karşıtı aydın hareketini üstlenen gençlerle birliktelik içinde oluyor. Bizim Kürdlerde kabul gören bir anlatım vardır ‘’Eğer bir insan iyi bir cezaevi (özellikle siyasi), 
hayatı yaşarsa çok bilen kişi olur’’ derler. Hacı Ali Şavata dedemiz de siyasilerle cezaevinde bulunmuş ve çok şey öğrenerek cezaevinden çıkmıştır.
 - Neden cezaevinde yatmış?
- Bir namus meselesi…
- Dıréjan’da Şavata Ailesi, Şatıroğlu ailesi kadar anılan bir ailedir. Her iki aile arasında herhangi bir çekişme olmuş mudur?
- Hayır, Şatıroğu Ailesi ile Şavata Ailesi arasında hiçbir zaman bir çekişme olmamıştır. Şavata Ailesi, zaten Şatıroğlu Ailesinin hükmüne girmemiştir. Şatıroğlu Ailesi,  Dıréjanlıların Ağalığını yapmışlardır. Devlet nezdinde de Kethudalık olarak bölgede aşireti temsil etmişlerdir. 1890 sonrası Arguvan nahiye müdürlüğünde bulunmuşlar.  
- Dıréjan’ın tarihçesi için yine de size müracaat edeceğiz. Buyrun…
 - Şatıroğulları Ailesi, Büyük dedeleri “Deli Silo” zamanında Dıréjanlıların ağalığını yapmaya başlamışlardır. Şatıroğullarının 1840 tan sonra değişik pozisyonları vardır. Dıréjan Ağalığı süresince herkesten Hıristiyanlar dahil vergi almışlardır. Daha doğrusu devlet nezdinde bölgenin özerk idari temsilciliğini yapmışlardır. Özerk oldukları için Drejanlılar Osmanlı Devletine asker vermemişlerdir. Sadece lojistik destekleri 1. Dünya Savaşında olmuştur.
Daha gerilere gidersek Dıréjan’ın tarihi ile ilgili kaynaklar 16. yy’ ın ortalarından sonrası elimize geçiyor. Daha öncesine dair belgemiz şu an itibarı ile yok. Bunun yerine sözlü tarihler-hikayeler var. Ama hangi hikayeye güvenerek yazabiliriz ki? Osmanlı Tahrir Defterleri anlatımına göre de Dırejanlılar için ‘’Maraş Sancağına bağlı, Canbek Aşireti’nin kethüdalığına bağlı olarak; Dıréjan, Parçikan, Zevi Xudé kabilelerinin bileşiminden oluşan bir aşiret olduğu söylenir.
Yukarı Fırat’da Kürdlerin Kırdki/Dumilli dilleri dışında daha çok Kürdçe dilinin Kurmanci ağzı ile konuşurlar. Bu arada Malatya’da üç Yukarı Fırat Ağzı konuşulur. 1- Atmi Ağzı, 2- İzol Ağzı, 3- Canbeg Ağzı… Zaten Dıréjan Aşireti, Canbeg Aşireti’nin bir uzantısıdır. Konya-Cihanbeyli’deki ve Adıyaman Gever’de ki Dıréjanlılara ‘’Gawasti ‘’ (Öküz Yoruldu) derler. Türkiye’nin değişik yerlerinde Dıréjanlı 
vardır ama aralarında kültürel ve sosyal birlik de vardır. Nerede yaşarlarsa yaşasınlar kültürel özellikleri aynıdır. Kültürümüzde Ezidiliği çağrıştıran kültürel öğeler bulunur. Daha çok da çocuk oyunlarında var. Bir örnek verecek olursak ‘’şeytan çevirme ‘’ oyunu… Ayrıca her Dıréjanlı’nın dilinden düşmeyen ‘’Adar bu, dev li ser sé pe bu/Lı vır nîye, li Musulé Sincar bu’’ (Mart ayı idi, ayran üçayaklı meşkdeydi./Burada değil, Musul Sincar’daydı.) şiiri çok önemlidir. Dıréjan yaşlılarının çoğu bu şiiri ezbere bilir. Bence bu şiir bize bir adres bildiriyor. Bu şiir Türkiye’nin her tarafındaki Dıréjanlılar tarafından bilinir. Zaten “Şerefname” gibi ünlü Kürd tarih kayıtlarında da bölge Kürdlerinin eskiden Ezidi olduğu sonradan bir kısmının Alevi, diğer kısmının İslami Sünni Hanefi inancını benimsemiş olduğu bir genelliktir. Yukarı Fırat Nehri hattındaki her Kürd aşireti bu iki dini kimliği üzerinde taşır. Ayrıca Kürd Aleviler ile İslami Sünni Kürdler aynı köyü ortak yaşam alanı olarak çoğu yerde paylaşırlar.
 - ‘’Şeytanı Çembere Alma’’ oyununun adı ‘’QİNT’’ mi? Çünkü çember çizilerek gol atılıyor. Ben QİNT oyununu romanım ‘’İki Dedem Vardı’’da işlemiştim. Beynimde ve gönlümde, bu oyunla bir kıvılcım oluşturdunuz. Çok teşekkür ederim.
- “Qint” de diyorlar. Bu özellikler Ateşperest dönemden de gelmiş olabilir, kültürel kalıtım yolu ile… İkincisi Şengal’den de gelmiş olabilir, yine kültürel kalıtım yolu ile… Şengal Kürtçesi ile bizim Kürtçemiz arasında pek fark yok, bu da çok önemli bir veri… Burada andığımız dil benzerliğini çok önemsiyorum. Bir araştırma yapılmasında sonsuz yarar görüyorum. Dile çok önem veriyorum. Çünkü dilde bin yılda, % 20 telaffuzda değişim olabilir ama bu sürede kök değişmez. Dillerde kök on bin yılda ancak değişir. Şöyle bir sıralamaya gerek var sanırım. Aryaca ve Aryancadan sonra Sanskritçe, Avestece, Pehlevice, Kurmanci sıralaması karşımıza çıkıyor.  
Dinde ise, insanlarımız çok muhafazakardır.  Dinini değiştirmek istemezler. Dinlerini değiştirmek istememe olayı da yeni gelen dine karşı, eski dinini bağrında taşıma olayı daima gerçekleşmiştir. Örnekleyecek olursak; Zerdüştlükten ve diğer dinlerden İslamiyete geçişte, Zerdüştlük ve diğer bölge inançları gönüllerde taşınarak İslamiyet yaşanmıştır. Ya da Pagan dini inançtan, Semavi dinlere geçilirken Pagan gönüllerde saklanarak geçiş olmuştur.
- Kürder özellikle antik çağda Alevi mi, Zerdüştü mü, Ezdayi mi? Bu konuya bir açıklık getirmeniz gereği duyuyorum. 
- Yazılı kaynaklara göre Kürdlerin inancı kadim tarihte Mecusilik ile birleşiyor. Mecusilik de Arapça bir kelimedir. Aslında Kürtçesi ve ayrıca aslı Magiciliktir. Fakat benzer Hindui Aryan dini inancı Anadolu’da ilk temsil edenler MÖ 16. yy sonrası Kürdlerin bölgedeki ilk ataları Mitanniler olmuştur. MÖ 10. yy sonrası ise Mitanniler ile benzer inançlı Medler, Persler vs. İran ve Anadolu’da görünürler. Herodot’un dediğine göre; bu dinin din adamları olan Magiler de Medlerin altı aşiretinden biridir. Yine Magilerin ünlü dini kitabı Avesta’ya göre; Mitannili, Medli, Persli Hindistan’ın Himalaya Dağları’nın Kuzeybatısından, “Ariya Veaja”dan İndus Vadisine Hindistan’a inmişlerdir. Kürdlerin bu Aryan-Hindui kültürel soylu ataları İndus Vadisi’nden Magici dini geliştirerek İran’a gelmişler ve buradan Anadolu’ya dağılmışlardır.  
- Diğer Aryanlar yani Almanlar, Fransızlar vb. Aryaniler de mi, İndus Vadisi’nden gelmişlerdir?  -Öyle yorumlayanlar var. Konu tartışılmaya devam ediliyor, ancak onların Kafkas-Afganistan ara bölgesinden Batıya geldiğine inanıyorum. Ama bizim yani Kürdlerin kayıtları var. Avesta kayıtlarına göre bizim geliş yerimiz Semerkant ve Buhara kentlerini kurmuşu daha sonra İndus Vadisi’ne inmişiz, oradan batıya göç etmişiz... Hindistan’dan Tanrı Mitra’yı, Asatya’yı ve İndra’yı almışız. Bu üç tanrı Hindistan’daki Brahmanların da Tanrılarıdır… Ayrıca Brahmanlarda olduğu gibi “Rahman” adını, hala “Yaratan” olarak İslamiyet inancında da kullandığımız dikkatten kaçmamalıdır.
 - Sümerler Aryan değil miydi?
- Hayır, Sümerler Aryan değil.
- Felsefeyi ilk kullananlar Kürder değil miydi?
- Felsefeyi inanç ritüeli içinde dünyaya yayan Kürdlerin ataları oldu. Magiler Kürdlerin ata soyu Med kökenliydiler Zerdüşt de (MÖ 570-480) bir Magi idi. Onun özdeyişleri ilk felsefi düsturlar olarak değerlendirilir. Felsefe, Kürderden 100 yıl sonra Yunanistan’da sistemli hale getirilerek kullanılmaya başlanmıştır.
- Buyurun, Aryanların yolculuğunu anlatmaya devam edin.
- Şöyle söyleyeyim, bu günkü arkeolojik verilere göre MÖ 2300 yıllarında önce, Zagroslarda Aryanlar yoktu!...
- Hurriler, Kürt-Aryan değil midir?  
- Hayır, Huriler Kürt değildir. Onlar Kafkasya kültürlü topluluklardı. Bu kültürde hala tanımlanamıyor. Söylediklerim şok edici yeni bilgiler değildir. Her tarihçinin bildiği gerçeklerdir.
- ’Kurmance Hurra’’ sözü nereden geldi?
- Bir deyim tek başına bir halkın kökeni h‘akkında yeterli bir sonuca ulaşmamıza yetmez. Hurrice ile Kürdler arasında uzaktan yakından bir ilişki yoktur. Ancak Hurriler ile, Aryanların karıştığı dönem de uzun yıllar sürmüş ve iki halk arasında ortak kelimeler de türemiş. Fakat buradan Hurrilerin Kürt olduğu (Aryan) anlamı çıkmaz. MÖ16. yy da Mittaniler; Hititler ile Hurilerin kurduğu ortak devletler var. Mitanni, Kizzuwatna, Meleti, İşuva/Muşki vs. Bu ilişki ve kültürel oluş, yakın halkların birbirinden etkilenişinden başka bir şey değildir.
 - ‘’Büyük İskender Kürt askerlerine sempati ile bakmış ve Kürder ile kız alıp, kız vererek akrabalık bağı oluşturmuşlardır ve hatta Komagene Devleti’ini bu sebepten dolayı ortak yönetme ortamı bulmuşlardır.’’ görüşü hakkında ne düşünürsünüz?  
- O konu daha detaylı bir konu, Büyük İskender, dünya çapında büyük bir sratejist… Geleceği görebilen geniş ufuklu… Akrabalık da kurar yerine göre. Farklı stratejiler ve taktikler de geliştirir. Bir bilginin doğruluğu, dayandığı kaynakların sağlamlığına bağlıdır.
- Persler ve Medler Kürdlerin atalarıdır, diyorsunuz. Persler (Parsıklar) sonradan gelme değiller mi?  
- Hayır, bu konuları inceleyen biri olarak konuşuyorum. Kayıtlar var. Bu konularda; Aryanilerin bir kısmı bugünkü topraklara doğudan göç ile gelmişlerdi. Fakat Doğu Aryan toplulukların bir kısmını daha önce Asur ve Urartu kralları İrana yaptıkları askeri oprasyon kampanyalarıyla bu topraklara getirip yerleştirmiştiler. Çünkü bu topraklar insansızdı. Yaptıkları her ne kadar insanları köleleştirmek ve zorunlu iskana tabi tutmak olsa da, Urartu ve Asurların yaptıkları; o devirde insan gücüne ihtiyaçtan kaynaklı bir yerleştirme hareketi idi… Bu bilgiler Urartu ve Orta dönem Asur kayıtlarında var.
- Urartu Devleti; Ermeni-Kürt federe devleti değil miydi?  
– Urartu yöneticileri, Kafkas kültürlü Hurri kültür soyludur. Urartuların Kürder ile ilgisi yoktur. Ancak Urartu federasyonu içinde Hakkari civarındaki Kürder yer almıştır. Bu hakkı teslim edeyim. 
- Tekrar Dıréjan Aşireti’ne konuyu getirmek istiyorum. Dıréjan’nın tarihçesi hakkındaki düşünceleriniz yarım kalmıştı.
- Dediğim gibi Osmanlıda 16. yy a kadar yazılı tarih, başka bir deyim ile arşivleme yoktu. Bilgi somut delillere dayanmadan güvensizdir. Size aktaracaklarım, önce de bahsi geçtiği gibi önceleri Ezidi ve oldukları İslamiyet dininin yayılışından çok sonra bir kısmının Müslümanlaştığı, bir kısmının Alevi olduğu/kaldığı birer gerçek.  Bakın! “Balyan Aşireti” ile Dıréjanlılar aynı kökenden geldiği halde Alevi olduğu gerçeği çok önemli… Aleviler genellikle Fırat Nehri’nin batısında yaşarlar. Fırat’ın doğusunda Alevi yok! Çünkü Fırat Nehri; Bizans ile Pers arasında ve daha sonra Osmanlı ile Safevi arasında sınırdır… Fırat Nehri, tarihin derinliklerinden gelen bir sınır nehridir. Fırat adı da Sümerce dilde zaten “Purattu” yani “sınır, ayıran” demektir.  Tabi ki çok eskiden beri Aleviler daha değişik inançlarda da olsalar muhalif bir topluluktur. Aleviliğin geçmişinde Zerdüştlüğe muhalif olma yatar. Manicilik, Mazdekçilik, Zervancılık inançları kökendeki eski Mecusilikten-Zerdüştlükten kopmuş Aleviliciğin ata inançlarıdır. Adıyaman Bulamda’ki “Zervan Pınarı”nın adını, Hurremilerin 850 lerdeki Bizans ve yöre halkı Semsurlu Manici-Mazdekçiler ve Ghonostik Hıristiyan inanç grupları ile ittifaklarını dikkate alın! Alevilerin, Fırat’ın batısında olmaları bu nedenle bir tesadüf değildir.  Ayrıca Hıristiyan Kürdleri unutmamak lazım. Anadolu’da Hıristiyanlık, Bizans ve Ermenilerle özdeşleşmiş, oysa çok önemli oranda Kürt Hıristiyan unutulmamalıdır. Örneğin Malatya’daki Yakubi Kürdlerinin dört tane Kilisesi vardı. Bu durum sadece Malatya’ya özgü bir durum olmayıp, Kurdistan’ın birçok yerinde Hıristiyan Kürt ağırlığı vardı.  
- Şahsınız Bahoz Şavata’nın Kürdistan’da bulunmanız, Kuzey Irak Kürdlerinin Saddam’a karşı verdikleri Bağımsızlık Savaşında sizin yaralandığınız gerçeği hakkında bilgi verir misiniz?  
- Ben Kürdistan’ın her yerinde bulundum. Olay kısaca şöyledir. On üç yıl Türkiye cezaevlerinde yattıktan sonra çıktım. Benim şartlarımda cezaevinden çıkan insanları, o dönemde bir yolunu bulup imha etme gibi siyasi provakosyanlar vardı. Bu durum benim Türkiye’de bulunmamı sakıncalı hale 
getirmişti. “Körfez Savaşı” nedeniyle bölge karışmıştı. Ben de arkadaşlarımla Güney’e gidip, halkımın yanında durmayı ve onlara hizmeti vermeyi uygun gördüm. Bölgede çıkan ayaklanmada yer aldık. Savaşta direniş de gösterdik. Herkes dağlara çıkarken biz sonuna kadar şehirlerde direndik. Daha sonra ihtiyaçları dikkate alarak bir sahra hastanesini arkadaşlarımla savaş şartlarında inşa ederek ve düzenleyerek elimizden geldiği kadar halkımıza sağlık hizmeti sunduk.
- Sonrada savaşta vuruldunuz sanırım.
- Orada değil, Türkiye’de vuruldum. Vuranlar da iki Türk polisi idi. Yaralı kurtuldum.
- Bunu yazabilir miyim?  
- Tabi yazabilirsiniz. Devletin bildiğini vatandaş neden bilmesin ki? Güney Kürdistan’a gidişim için de devlete ifademi verdim. Halka yardım ettiğimi, sağlık hizmeti sunduğumu devlet de bu vesile ile biliyor. Yazmanızda sakınca doğuracak bir durum yoktur. Çünkü bu davranış suç değildir!
- Barzani Ailesine büyük saygınız var sanırım.  
- Mesut Barzani’nin şahsına saygım var. Barzaniler ateş çemberinin hep içinde yaşadılar. Yaşayanlar daima hata da yaparlar, bu doğaldır… Herkes hatası ile vardır, ama as olan niyettir. Barzanilerin niyeti Kürt halkının özgürlüğüdür. Aile150 yıllık mücadeleyi bu sevda ile vermiştir. Kürt milletinin tarihinde daima miran aileler olmuştur. Bunun sakıncalarının olduğu tarihi süreçte yaşanmıştır. Bir milletin her şeyi bir veya iki aileye teslim edilemez! Gerek Sn. Mesut Barzani, gerekse rahmetli Sn. Celal Talabani ile yaptığım görüşmelerde bu durumu kendilerine de ilettim. Onlar her seferinde bana şu cevabı verdiler: ‘’ Sistemin bize yüklediği misyon budur. Sizlerin düşüncelerinizi paylaşıyoruz ama hala bu durumun dışına çıkamıyoruz!’’ …
-Sn Şavata kaç doğumlusunuz?
- 1957 doğumluyum…
 - Nerede doğdunuz?
- Aslında doğum yerim Yama Dağı sayılır. Bir başka deyişle Sivas’ın Kangal İlçesinin Harmandalı Köyünde doğmuşum. 
- Kıl çadırda yaşadınız mı?
- Bizim ailenin daima bir ayağı köyde, bir ayağı kenttedir. Tabi ki kıl çadırda da yaşadım.
- Yama Dağından bahsedip duruyorsunuz. Dağları sever misiniz?
- Dağları herkes sever. Dağlar sevilmez mi?
- Hiç Yama Dağı’nın zirvesine çıktınız mı, çıktı iseniz ne hissettiniz?
- (Burada Sn. Şavata’da duygu kabarıklığı izledim) Ben Yama Dağından daha yüksek dağların zirvesine de çıktım. Zirveden bakınca da halkların acısını gördüm. Dağların yüceliği vardır. O yücelik zirvede insana yansır ama bana halkların acısından öte bir şey yansıtmadı. Her halkın acısını duyuyorum. Size iki uzak örnek vereyim. Hıristiyanlık öncesi Ermeniler ile kız verip, kız alırdık. Ermeniler Hıristiyanlaşınca bu sosyal ortak yaşam durdu. İşte size acı bir kopuş. Aynı durumda bizler Müslümanlığı kabul edince, katmerli bir kopuş daha!… Ezidi soydaşlarımız katledenlerden bir diğeri de Müslüman Kürdler değil mi!!!.. Vel hasılı çok sayıda örnek verilir ama biz bu örnekleri yeterli bulalım.
Şimdi bütün halklarla ortak yönlerimizde ve taleplerimizde buluşabilmek için edebi, tarihi, siyasi demokratik bir kavga veriyoruz. Amacımız İnsan hakları temelli Ön Asya’da acıları en aza indirerek birlikte mutlu olmak… Kötülük bunun neresinde? Silahlı yollardan değil, demokratik yollardan bunu nasıl gerçekleştirebiliriz? Bunu başarabilmenin çabalarını hep beraber yoğun yaşamalıyız. Bu çabalarımızın sonucunda muhatabımız hala yok.
- HDP’nin bu konudaki çabalarını nasıl buluyorsunuz?
- HDP yöneticileri her ne kadar “Biz Türkiye Partisiyiz” diyorlarsa da; HDP Kürt Partilerinden biridir. Kuzeydeki halkın büyük bir ekseriyetin temsilcisidir. Atacağı doğru adımları ve demokratik çabalarını destekleriz. HDP kendini aşan sorunlarda da bütün Kürt toplumu ile birleşebilmeli. Birlikte mücadelenin gereğini yerine getirmelidir.
- İlkokula nerede başladınız?
-Malatya’da başladım.
- İlkokula başladığınızda Türkçe biliyordunuz sanırım.
- Tabi biliyordum. Hem köyde, hem şehirde yaşadık. Ayrıca ailemiz bireyler çok dil bilirler; Kürdçe, Türkçe, Arapça, İngilizce, Farsça dillerini bilirler.
- Bizler İlkokula başladığımızda Türkçe bilmiyorduk ve bir takım sıkıntılar yaşadık da… Ortaokul ve Liseyi de sanırım Malatya’da okudunuz.
- Ortaokul ve lisenin bir kısmını İslahiye’de okudum ve üniversiteyi de iki yıllık bölümünü Diyarbakır ve Malatya Eğitim Enstitüsünde okudum. Bitirdim. Fakat Öğretmenlik yapmadım. Asıl üniversitem cezaevi yıllarım oldu. Örneğin Niğde Cezaevinde kitapların çokluğundan pencereden ışık bile içeri sızmıyordu. Cezaevlerinde dönemin çok değerli aydın, akademisyen ve öğrenci liderleri ile tanıştım ve çok şey öğrendim. Bir örnek verecek olursam Ertuğrul Kürkçü’nün iki ay verdiği İngilizce dersleri sayesinde bu gün çeviri yapabiliyorum. Böylece üniversite okuma hayallerimizin yerini siyasi mücadele hayalleri almış oldu. İran’da askeri okulda okumam veya İngiltere’de üniversite okuma hayallerim, cezaevinin o üretici ve eğitici hengamesinde uçuştu ve benim yurtdışında okuma planlarım da geçerliliğini kaybetmiş oldu.
- Kürdlerin kültürel çıkışları hep böyle mi olmuştur?
- Tabi ki değil. Kürdlerin İslamiyet sonrası ileri atılımları MS 850-1250 arasıdır. Bu tarihler arasında bir kendine geliş başlar, Kürd Beylikleri ve Devletleri kurulur. Bu devletlerin en önemlileri Hasanveyh, Şadi, Mervani ve Eyyübi Devleti dir. Bu dönemde Kürdistan’da mimari ve diğer sanatsal anlamda çok sayıda edebiyatçı ve bilim adamı yetişir. Çok sayıda Kürt alimi, aydını çıkar. Bunun nedeni Kürdlerin bağımsız ve özgür yaşamlarıdır. Ne zaman ki Kürdler devlet sahibi oldularsa, o zaman yenilikler yaşamışlardır. Bir de 16.yy da Kürd Beyliklerinin bir nefes alması sonucu oluşan kültürel ve edebi gelişimler vardır. Siyasal özgürlükler olmadan yani devletleşmeden bilim ve sanatta ilerlemek mümkün değil… Efendim, geçiş dönemlerini önemsemek lazım.
- Kürd Beylikleri deyince, Peki ‘’Bizim Alevilerimiz neden Şiileşmedi de Alevi olarak kalabildiler’’
- İşte bu noktada Çemişgezek örneği karşımıza çıkar. 16.yy da Çemişgezek Beyi Hacı Rüstem ve oğlu Pir Hüseyin’den bize çok önemli bir tarihsel mesaj var. Bu mesajın günümüzde ve gelecekte çok önemsenmesi lazım… Olay şöyledir: Çemişgezek Beyi Hacı Rüstem Bey, Yavuz Sultan Selim 
tarafından asılarak öldürülmekte, Hacı Rüstem Beyin oğlu Pir Hüseyin ise, Yavuz Sultan Selim’in huzuruna çıkarak onun ile uzlaşabilmektedir. Pir Hüseyin, Yavuz Sultan Selim’e,
– “Babam ile davanız, bizim davamız değildir. Biz uzlaşarak yaşamaktan yanayız’’ Yavuz Sultan Selim de der ki;
- ‘’Yahu ben baban ile kırk adamını astım. Sen ise huzuruma çıkarak anlaşmak istiyorsun. Sen ne yiğit adamsın ki babanın katili ile uzlaşabiliyorsun?’’ Der.  Ve Padişah Yavuz Selim diğer Kürt Beylerine tanıdığı hakları Pir Hüseyin’e de tanır. Nitekim o anlaşmadan sonra Kürt Alevileri sadece Caferiliğe ait 12 İmamı kabul etmişlerdir ve bundan öte geçmeyerek, Alevi olarak kalabilmişler ve kendilerini bu güne bu uzlaşı sonucu taşıyabilmişlerdir. Afrin’den, Varto’ya, Dersime ve tüm Alevi Ocaklarının, Pirlerin bu güne taşınmasında Pir Hüseyin bu uzlaşısı vardır. Eskiden Kürt Hükümet Devleti ve Beyliklerinde Alevi oluşumlar Pirlerini ve Şafii oluşumlar müftülerini kendi inisiyatifleri ile atarlardı. Ancak Osmanlı Has Sancağı olan yerlerde Hanefi İmamları Osmanlı Devleti Eyalet Has Sancağı tarafından atanırdı. Şimdi ise; elimizde 1845’ten bu yana hiçbir kazanım göremiyoruz. Bu olumsuzluklara rağmen Kürdler, Osmanlı içerisinde çok ileri bir halk idi ki diğer birçok halkı dinsel açıdan asimile etmişlerdir. Dini terminolojiye bakın, hala Aryancadır.. Diğer bir konu Kürd Aleviler de sosyal yaşamda çok ileridirler, ileri oluşlarının sebebi din adamları Magilerin çocukları oluşundandır. Bu gerçekleri görerek özgüvenimizi koruyalım.
 - Aramızda tartışarak olgunlaştırmaya çalıştığımız bir konu var. Şöyle ki; Atma, Balyan, Sinemilli Aşiretleri ile demokratik bir platform oluşturarak örgütlenmek ve halkın yararına tespit ve analizlerle sonuçlar çıkarmak gibi bir düşüncemiz var. Sizin bu konuda düşünceniz bizler için önem arz eder. Görüşünüzü alabilir miyim?  
- Her girişimde sonuç önemli, bir başka deyiş ile varılacak hedef önemli… Ortak ve özel sorunlar tartışılabilir, inanç ve dil tartışılabilir. Birçok konu başlığı açılarak gündemleştirilebilir. Ancak siyasetin koordinatları çok geniştir. Siyaseten gündem oluşturulabilir ama zorlukları aşmak için çok çaba gerektirir. Sonuç olarak hiçbir demokratik oluşuma karşı olmayız. Hatta yanında olunabilir. En güçlü toplum, örgütlü toplumdur. Ana konularda buluşularak çalışmalar yapılabilir. Ana konuların çıkılmamalı derim... 
- Aşiretimiz Atmani Vakfı resmileşerek kurulmuştur. Vakıf girişimi ve yapılacak çalışmalar hakkında bize önerileriniz var mıdır? Varsa buyurun efendim.  
- Hayırlı olsun derim. Çok da iyi bir oluştur, sevindiricidir. Atmani Vakfı’na önerim; kesinlikle bilimsel çalışmalardan ayrılmamaları, vakıfların geleneksel adetlerinden kurtularak öncü olmalarıdır… Örnek verecek olursam; öğrencilere burs vermek, yardımlar dağıtmak gibi sosyal hizmetlerin içine girmemelidir. Bu üretmeden, kazandan yemek gibi bir durum olur. Bunun yerine halkımızın kültürünü geliştirmek, sanatsal alanlarda ileri atılımlar yaratmak, konferans ve sempozyumlar düzenleyerek dil, inanç, yerel ekonomi, kültür, sanat alanlarını yetkin akademisyenlerle dile getirmeli ve dillendirileni vakıf olarak kitaplaştırarak siyasal talep alanına sürmeli… Kısacası alışılagelmiş, modası geçmiş davranışların yerine çağdaş çalışmalar yapmalı derim. Örneğin bir gün bir parti temsilcisi vakfınızı ziyaret edip de ‘’Atmani Alevilerin talepleri nelerdir’’ Diye sorarsa, sempozyumda sunulan ilgili dosyayı açıp, onların önüne korsunuz. Yoksa Vakfın görevi milletin kazanında yemek yapıp, ulufe dağıtmak değildir. Bu konuda davet edilirsem severek düşünsel katkılarımı vakfınıza sunarım.
- Sorularım bitti. Sizin söylemek istedikleriniz varsa, buyurun.
 - Ben Hanefi inancına mensubum. Annem tarafımda da Alevilik var. İnançlara eşit mesafede bir insanım. Varto’da Elbistan dağlarına kadar her yeri gezdim dolaştım, çok üzüldüm. Orada ki Kürt Aleviler tecridi olarak yok ediliyorlar. Köyler boşalmış, hüzün egemen olmuş bu yaslı topraklara.. Köylüler mezarlarının köyde olmasını büyük bir lütuf olarak algılıyorlar. Gittikleri yerlerden sıla özlem çığlıkları yükseliyor. Yurtdışında ölenler cenaze taşımayı masraflı bulduklarından, yakıp, küllerini köylerine getirip mezara koyuyorlar. Bu kadar ucuz olmamalıydı!! Çocuklara bu acı çektirilmeye bilinirdi. Üzüntüm çok büyük… Entegrasyon ve asimilasyon politikaları çok ağır…  
- Kürdler, Kürt olarak kalacak mı?  
- Kürdler, Kürd olarak kalır ama nasıl nerede zaman belirleyecek. Bu Kürdlerin ataları Pers İmparatorluğu döneminde 250 sene Yunanistan’dan ve Trakya’ya kadar olan toprakları yönetmişlerdir. Yani çok derin bir kültürümüz var.. Onun için ne olacağı hakkında fikir yürütmek de zor… 4000 yıldır bu topraklarda savaştayız. Bu gün silahlar bizim değil. Silahlar para babalarının... 
- Röportaj için çok teşekkür ediyorum. 
- Rica ederim, ben teşekkür ederim. Siz bana röportaj talebinizi ilettiğinizde, okumuş olduğum romanınız ‘’İki Dedem Vardı’’ kitabının yazarı ile röportaj yapmak onur olur’’ diye düşünmüştüm. Tekrar teşekkür ederim…

13.10.2018/Mehmet Ali Çabuk
 
 

Güncelleme Tarihi: 14 Ekim 2018, 08:21

Yorum yapabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir.

Üye değilseniz hemen üye olun veya giriş yapın.

SIRADAKİ HABER

banner40

banner45

banner57

banner39

banner44

banner56