MALATYA’DAN ÇIKIP YOLLARA DÜŞEN ERMENİLER (6)

Malatyalı Garabet Orunöz, kaybettiği kardeşini on beş yıl arıyor…

 MALATYA’DAN ÇIKIP YOLLARA DÜŞEN ERMENİLER (6)
  Malatyalı Garabet Orunöz, kaybettiği kardeşini on beş yıl arıyor…
Siz dört yaşında bir çocukken, ananız Zaruhi’yi Malatya’daki Ermeni mezarlığına gömdüklerini… Sizden üç yaş büyük bir abla ve üç aylık kız kardeşiniz Filor bebekle kaldığınızı… Babanız Kalaycı Kör Agop’un, üç çocuğa bakamayarak ablanızı ve bebek Filor’u evlatlık verdiğini… Sizi de İstanbul’daki, Ermeni çocukların Anadolu’dan gelerek barındıkları, okudukları yuvaya yolladığını biliyoruz.
Filor’un öyküsünü merak ediyoruz. Siz, on dokuz; kardeşiniz, on beş yaşındayken nasıl kavuştunuz?
Tuzla Kamp Armen'den çocukluk arkadaşım Nişan Özdemir ile hafta sonu tatili için gidecek yer düşünüyoruz. Ne zaman ev özlemi düşse yüreğime, Tuzla’daki Kamp Armen gelir aklıma. Herkes yetimhaneden kaçarken biz yetimhanemize koşuyoruz. Evimiz orası bizim.
Sabah erkenden, Karaköy vapur iskelesinde buluştuk Nişan’la. Haydarpaşa'ya; oradan da trene binip sohbet ederek Tuzla'ya geldik. Tuzla tren istasyonundan, Tuzla merkezine minibüs çalışırdı. Ortaokuldan arkadaşımın babası Ordulu Ahmet ağabeyin minibüsüne  bindik. Tuzla merkezde inip Kamp Armen'e doğru yürümeye başladık. Yaklaşık üç kilometre mesafedeydi yetimhanemiz.
Kamp Armen'e ulaştığımızda saat 12.00 civarı olmuştu. Ağustos'un kavurucu sıcağı tepemize vurmuştu. Epey terlemiştik. Kamp Armen'in göl tarafındaki bahçesinin içinde çadır kuracaktık. Kampın yeni ve küçük çocuklarına ağabeylik yapmaya çalışacaktık.
Kampın 1979 yılı yaz kampına gelmiş çocukları da, öğlen yemeği için denizden geliyorlardı. Yetişkin kızlar, kız çocuklarına ablalık; yetişkin erkekler de erkek çocuklarına ağabeylik yapardı. Hiyerarşi bozulmamıştı. En önde mayolu bir abla  görünce, başımı yana çevirdim. En arka sırada da Zakar Karakütük vardı. Anlayamadığım kadar soğuk davranmıştı bana. Oysa birbirimizi her gördüğümüzde, kaburgalarımızı kıracak derecede sıkı sarılırdık Zakar’la. Kampın çocukları  mayolarını değişip, öğlen yemeğine hazırlanmaya gittiler. Biz de Nişan'la çadırımızı kurmak üzere bahçeden göle doğru inmeye devam ettik. Yolda Nişan'a, kızlara yan gözle mi baktın, diye biraz sert bir soru sordum. Hayır, cevabını aldığımda da, peki öyleyse Zakar niye bana soğuk davrandı diye söylendim. Nişan, çadırımızı kurmaya başlarken ben de, Kampın tulumbasından soğuk su getirmek için ayrıldım. Tulumbadan su doldururken Hrant Dink'in babası Sarkis (Haşim) baba bana seslenerek: “ Garabet oğlum gel hele!”  dedi.

          Sağıma soluma baktım, bana mı söylüyorsun, diye seslendim Sarkis babaya.
 Senden başka Garabet var mı orada, dedi. Sarkis baba beni tanırdı; ama adımı bildiğini bilmiyordum. Kampın bahçesine çadır kurmamamızı söyleyecek diye düşünerek yanına gittim.

          Garabet oğlum, senin ufak bir bacın vardı, hani evlatlık verilmişti ya, der demez… Var gücümle bağırmak istedim, yoksa bulundu mu, burada mı, diye.  Sarkis baba, omzuma attığı eliyle ağzımı kapattı. Başımı yana doğru çevirdiğinde, kampın üst katında bulunan yaklaşık on beş kız çocuğunun arasındaki kardeşim Filor'u tanıdım. Ablama çok benziyordu. Filor, yaz kampı için Kamp Armen’e gelmiş o yaz. Baba, işte orada, diye bağırmak istiyordum. Sarkis baba, gözyaşlarını tutamadı, ben de…

          Koşarak Nişan'ın yanına gittim. Biliyor musun, bacım buradaymış, dedim. Nişan’la birlikte çok aramıştık. Ben dört yaşımdayken anamız öldükten kısa süre sonra, üç aylık Filor bacımı, İstanbul’da yaşayan bir Ermeni aileye veriyorlar. Çok geçmeden, Filor’u evlat edinmek üzere alan ailenin babası ölüyor. Anne, Filor’u geri veriyor kendilerine getiren, aracılık eden aileye. Daha sonra Filor, başka bir Ermeni aileye evlatlık veriliyor. Bu aile, yurt dışına çıkarak bir yılı aşkın bir süre yurt dışında yaşıyor. Bu arada İstanbul’daki yakınlarına bebekleri olacağı müjdesini veriyorlar. Dokuz ay sonra da bekleri doğduğu müjdesini veriyorlar. Yurda döndükten sonra babamı bularak Filor’u kendi nüfuslarına kaydettiriyorlar.
          Filor’a çok iyi bakıyorlar. Öz kızlarını ne kadar severlerse Filor’u da o kadar seviyorlar. Filor, yetişkin bir kızken, bir gün defter şeklindeki nüfus cüzdanının sayfalarında “evlat edinilmiş” olduğunu görüyor. Böylece sorgulamaya ve ailesini aramaya başlıyor.
          Yalnız, Filor’u evlat edinen baba, benim izimi bulmuş. Sıkça bana hediyeler getiren, kampta ziyaret eden oymuş. Anlayacak yaşa geldiğinde Filor’a, bu senin ağabeyin, diyecekmiş.
           On beş yıl aradım bacımı. On beş yıl, bir yanım eksik yaşadım. Gözlerim, insanların yüzlerinde Filor’u aramıştı bunca yıl. Anamın mezarını, daha uzun süre aradım. Kırk dokuz yaşımdayken anamın mezarına sarılabildim. Anamın küçücük, siyah beyaz bir fotoğrafını da ömrümce arayacağım, öyle görünüyor.
Bu arada, en yakın arkadaşım Nişan’la bu konuyu sıkça konuşuyorum. Şimdi eşi olan, o zamanki sevgilisine anlatıyor Nişan, bacımı aradığımı. Meğer Filor’la arkadaşmış Nişan’ın sevgilisi. İki taraftan gelen bilgiler örtüşünce büyüklere haber verilmiş. Eski Türk filmlerindeki buluşma sahneleri, bizim için de hazırlanmış.
            Çadırı olduğu yere bırakıp, kampa doğru yürümeye başladık. Sarkis baba da Filor'a, üstünü değiştiyse yanına gelmesini söylemiş. Kolunu Filor’un omzuna atmış, bize doğru geliyorlardı. Biz de Nişan’la birlikte bacıma doğru hızlı adımlarla yürüyoruz. Kampın üst  ve alt katına dizilmiş tüm çocuklar bize bakıyor. Filor'dan başka herkes, az sonra bir tanışmanın gerçekleşeceğini… Bir hasret yolculuğunun sona ereceğini biliyordu. Bir tek Filor bilmiyordu.
           Birbirimize  yaklaştığımızda Sarkis babanın Filor’a,  şu gelenlerden biri senin ağabeyin, dediğini duydum. Kuyrik kuyrik, diyerek koştum; ama ayaklarım kumlara saplanmış gibi, yol bir türlü bitmedi. On beş yıllık hasret yolunun sonunda bacımla sarmaş dolaş olduk. Salya sümük ağlaştık. Ayrılmıyorduk, koca ceviz ağacının dibine çöktük. İçimizi çeke çeke ağladık, ağladık… Ta ki yanı başımızda, olayları ilk baştan beri izleyen Hrant Dink'in ağlamaktan kızarmış gözlerini görene; çatallaşmış sesini duyana kadar. Haydi, çocuklar, yeter ağladığınız. Şimdi kalkın, elinizi yüzünüzü yıkayın, birlikte öğlen yemeğimizi yiyelim ve bir daha da birbirimizi aramak zorunda kalmayalım. Kaybolmayın bir daha, dedi.
Hrant Dink, bacımla kavuşmamızdan yaklaşık17 yıl sonra kurduğu Agos gazetesinde "Kaybolmayın Çocuklar" diye bir köşe yazısı yazmıştı. “Kaybolmayın Çocuklar” şimdi de filmimizin adı oldu.
 
(Yazı dizisi sürecek: Filor’la ağabeyi Garabet’in fotoğrafları nerede? Filor’un ailesi, Garabet’i polise neden şikâyet ediyor?)
      
Sultan KILIÇ          

Yorum yapabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir.

Üye değilseniz hemen üye olun veya giriş yapın.

SIRADAKİ HABER

banner40

banner45

banner57

banner39

banner44

banner56