BİR MALATYA HASRETİ
Osmanlı’nın son döneminden başlayarak Cumhuriyet dönemi boyunca azınlıklara uygulanan şiddet olayları üzerinde tahlil ve yorum yapılırken -yaşanan “sözde” katliam da dâhil- hepsinin geçmişte kaldığı gibi bir hava estirilir. Oysa uygulanan psikolojik ve silahlı şiddet o kadar acıtır ki… Etkisi, sadece uygulandığı zaman dilimine sıkışıp kalmaz, günümüze kadar ulaşır. Bu bağlamda şiddete maruz kalan azınlık toplumları için tarih denen şey, acının her nesilde farklı şekillerde tekrarlanmasıdır, denebilir. Yaşayan herkesin bir hikâyesi vardır elbet; ama azınlıkların en mutlu hikâyeleri bile bu nedenle buruk bir tat bırakır.
Garabet Orunöz, doğduğu ve ilk çocukluk yıllarını geçirdiği memleketi Malatya’ya, yıllar sonra dört günlük bir seyahat gerçekleştirdi. Amacı, dört yaşında kaybettiği annesinin fotoğrafını bulmaktı. Annesinin fotoğrafı yerine, annesinin mezarını buldu. Ayrıca, varlıklarından uzun yıllar habersiz olduğu akrabalarını ilk defa gördü. Hikâyesini kendisinden dinleyelim:
BİTMEYEN HASRETİMSİN MALATYA'M
Haziran'ın ilk haftası, sıcak bir İstanbul sabahı... Malatya sevdalısı dostlarımdan Harut Kurumlu ağabeyimden bir Malatya yazısı alıyorum. Malatya’da çıkan bir gazetenin Web sayfasındaki bir yazı… Yazının başlığı "Kaybolmuş Hayatlar" yazarı, Sultan Kılıç...
Bu yazıyı bir hafta her gün okuyup ağlıyorum. Sanki yazarla birlikte Malatya'da dolaşıyorum. Dedemin babamın ve ağabeyimin çalıştıkları kalaycı dükkânına uğruyoruz. Oradan çıkıp çocukluğumu yaşadığım Salköprü mahallesinin İsmetiye sokağına dalıyoruz. Tozlu, çamurlu sokağımda çocuk Garabet olarak koşuyorum. Babam Kalaycı Kör Agop, anam Zaruhi (Zahide), kardeşlerim, komşularım, mahallemizin anası Sara Makasçı orada. Yolup yolup kaçtığım Anna bacının kızılcıkları orada. Buz gibi suyunu içtiğimiz Depanos Evyapan'ın çeşmesi orada. Çocukluğum orada, dört yaşımdayken kaybettiğim anam orada.
Anamı o kadar az, hayal meyal hatırlıyorum ki; fiziğini değil, yaşananları hatırlayabiliyorum. Bahçemizde sac ekmeği pişirirken, anamın etrafında dönüşüm... Ekmeklerin tümünün uçlarını koparışım... Bir de anamın çok hasta oluşu, yer yatağında yatışı. Babamın anamın başucunda son derece üzgün ve çaresiz duruşu... Anamın babama; "Agop, duvar üstüme yıkılıyor, Mimmo'mu dışarı çıkar." deyişi... Anam bana Mimmo'm derdi. Babamın beni, Sara Makasçı anayı çağırmam için yollaması... Sonra da ömrümce ana sevgisi, şefkati nedir göremeyişim... Dört yaşındayken anamı kaybedişim...
Kırk dokuz yaşımdayım. Sanki kırk beş yıldır sevgili anam, Salköprü'de, İsmetiye sokakta yaşıyor da, ben onu göremiyormuşum gibi hasretim Malatya'ma. Şuramda, tam şuramda kabuk bağlayan bir yara Malatya hasretim.
.
GARABET ORUNÖZ’LE NASIL TANIŞTIK
Malatya’daki gazetelerin birinin internet sitesinde, Sultan Kılıç tarafından kaleme alınmış olan “Kaybolmuş Hayatlar” başlığıyla çıkan bir yazı, Malatya yolculuğuma vesile oldu. Yazı, doğup büyüdüğüm sokakları anlatıyordu. Gazetenin internet sitesine yaptığım şu yorum:
“Merhaba; 1967de Malatya'dan ayrılmak zorunda kaldım. Şimdi İstanbul'da yaşıyorum, en son 1991 de, Malatya'ya 2 günlüğüne geldim. Bu yazınızı defalarca okudum. Salköprü mahallesinde gezinir gibi hissettim. Gâvur hamamının oralarda dolandım, Gâvur mezarlığına, babamın mezarını ziyarete gittim, Taş Horan Kilisesinin etrafında dolaştım. Kendimce, kimseler görmeden dua edip istavroz da çıkardım. Geçmişte belki, göç etmemiz için "taciz" eden babanız veya dedenizdi. Yaşıyorlarsa, Allah uzun ömürler versin, yaşamıyorlarsa da Allah rahmet eylesin. Bu yazınız ile beni kırk iki yıl geriye götürdünüz. Sağ olun.
Halit beyin un fabrikası duruyor mu? Depanos'un konağındaki çeşmesi hala akıyor mu? Karşısındaki Kalaycı Kör Agop'un evi yıkıldı mı? Tandırcı Kudret bacının evine ne oldu? Ya,Terzi Haygaz'ın evinde şimdi kimler oturuyor? Katili hangi cezaevinde yatıyor? Anna bacının kızılcıklarını kim topluyor? Bahçelerin etrafı yine çalılarla bölünmüştür değil mi? Kernegin suyu yine bol mu? Arasa pazarına buğday geliyor mu? Duydum ki; Şire pazarının yeri değişmiş. Allah’ını seversen, doğruyu yazasın, daha iyi bir yere mi götürüldü?”
Benim bu yorumumu okuyan Sultan Kılıç, bana ulaşmaya çalışıyor. Sultan Kılıç da bu kadar Malatya hasretiyle yanıp kavrulan bir insana, istediği bilgileri ulaştırmak istemektedir. Sonunda çağımızın iletişim aracı internet üzerinden bana ulaşır. Internet aracılığı ile yazışıyoruz.
Bana Malatya'mı anlatıyor, Salköprü'yü, İsmetiye'yi, Taşhoran kilisesini, babamın kalaycı dükkânını, hasretimi anlatıyor. Özlediğim çocukluğumun Malatya'sının fotoğraflarını yolluyor. Bizim evin ve karşı komşumuz Depanos Evyapan'ın yıktırılarak yerine yaptırılan sefer tası görünümlü apartmanlarının bile fotoğraflarını istiyorum. Onları da yolluyor. Sonradan şöyle diyecektir Sultan Kılıç:
“ Dünyanın neresinde, kim olursa olsun. Üzülen bir insanın derdine derman olamamak beni kahreder. Onun için, mümkün olsaydı, İsmetiye Sokağını İstanbul'a, size yollardım.”
Sultan Kılıç, bir yandan da anamın kayıp mezarının yerini ve varsa bir fotoğrafının kimde olabileceğini araştırıyor. Bu bilgileri, bu fotoğrafları aldıktan sonra İstanbul'da durmak, eli kolu bağlı durmak, iyice ağır gelmeye başladı. Yılların yüreğime çöreklendirdiği hasreti dindirmek için Malatya'ma gitmeliydim. İstanbul'a sığamaz olmuştum. Bedenim İstanbul'da ruhum Malatya'daydı.
Malatya'ya gitme kararım ve tarih kesinleştiğinde, gitmeden önceki üç gün yere göğe sığamaz olmuştum. Durmadan hazırlık yapıyordum. Oysa elimde küçük bir çantayla uçağa binecektim. Bende bir telaş, bir telaş... Tedirgindim de… Nasıl karşılanacağım, nerede kalacağım, insanlar bana nasıl davranacaklar, çocukluğumun sokağında bir arkadaşımı bulacak mıyım? Anamın mezar yeri ile bir fotoğrafını bulabilecek miyim? Beynim uğulduyor, soluğum göğüs kafesime sığmıyor, derin derin soluk alma ihtiyacı duyuyorum. Alıyorum da; ama boğulacakmış gibi oluyorum.
YILLAR SONRA MALATYA’YA GELİŞİM
13 Ağustos 2009’da uçağımız Malatya üzerinde alçalmaya başlıyor. Kalbim yerinden çıkacak gibi oluyor. Yerimde duramıyorum. Malatya üzerindeyiz ve az sonra Malatya’ma kavuşacağım. İşte Erhaç havaalanı ve ben Malatya'ma ayak basıyorum. Havaalanından Malatya merkeze, elli dakikalık bir yol, elli saat gibi uzadı da uzadı. Bu arada beni davet eden Sultan Kılıç, radyoda beni bekliyor.
Ben saat 13.30’da şehir merkezinde olacağım. Sultan Kılıç'ın hazırlayıp sunduğu "Satır Arası" haber programı da saat 14.00’te başlıyor. Kendisiyle şahsen radyoda tanışacağız. Canlı programın başlamasına beş dakika kala stüdyoya alınıyorum.
Rüya gibi, Malatya'dayım ve aylardır bana Malatya'mın fotoğraflarını gönderen, Malatya'da olup biteni anlatan insanla karşı karşıyaydım. Mikrofon aracılığıyla Malatya'daki insanlara ve Malatya dışındaki dostlara birlikte sesleniyoruz. Türkiye’de Ermeni olmak, üzerine konuşuyoruz. Sarı Gelin türküsünün Ermenicesini Malatyalılarla birlikte dinliyoruz, canlı yayında.
İki saatlik canlı program sonunda hemen Salköprü'ye, İsmetiye sokağıma gidiyoruz. Önce Çavuşoğlundaki Taşhoran kilisesini ziyarete gidiyoruz. Muhteşem bir yapı; ama kapıları, pencereleri taşlarla örülmüş. Adeta ölüme terk edilmiş. İnsanlık suçu olarak görüyorum bu durumu. Biraz ileride Boncuk Sokak var, Hrant Dink'in doğduğu evi ve sokağını içim sızlayarak seyrediyorum.
Akşamüstü, damların gölgesinin tatlandığı saatlerde sokağımdayım. Halit beyin un fabrikası duruyor. Bu bina 1947 yılına kadar, en az 150 yıl Ermeni okulu olarak kullanılmış. Tarihi okul binası, 1947 de un fabrikasına dönüştürülmüş. Sokağımda beş tane şahnişinli kerpiç ev kalmış. Çocukluğumu yaşadığım evim de, komşularımızın evleri de yıkılmış. Bahçelerin, asmaların, kızılcıkların, tandır ocaklarının, kuyuların başındaki tulumbaların yerinde yeller esiyor. Yel esse yine iyi, beton sefer tası apartmanlar yükselmiş.
Çocukken o sokak ne kadar da uzun, o binalar ne kadar heybetli görünürdü gözüme. Şimdi sokağım kısalmış, daralmış, evler küçülmüş sanki. Sokağım değişmiş olsa da belleğimde hâlâ eski fotoğrafları, puslu da olsa duruyor. Karşı komşularımızdan Fırıncı Mehmet dayı ile eşi Sabahat abla, beni hatırlıyor ve tanıyorlar. Malatya’nın eskilerindendi ve bizleri tanıyordu. Beni görünce: “Çok değişmemişsin. Kalabalık içinde senin Kör Agop’un oğlu olduğunu anlardım.” dedi. Biraz anamdan bahseder misin, dediğimde gözleri doldu. Pek bahsetmek istemedi. Benim üzüleceğimden endişelendi. Bunun üzerine: “Yüreğime taş basıp geldim. 45 senedir doludur yüreğim. Ne anlatırsan kaldırabilirim.” dedim. O da anlattı: ‘Oğul, anan hastaydı. Üçüncü çocuktan sonra düzelemedi. Cenazesini de Anna Bacı, Sara Kuyrik ve ben yıkadık.”
Mezarının yerini sordum, bildiği kadarıyla tarif etti. Malatya’ya gitmemden önce Sultan Kılıç, onu mezarlığa götürmüş. Babamın mezarına yakın bir yeri göstermiş. O bölgede de bir tek sahipsiz mezar var. O da babamın tam ayakucunda. O güzel çiçekli avlularında elli yıl öncesinden başlayarak anlatıyorlar. Onların sevgi, özlem yüklü anlatımlarıyla eski sokağımı, komşularımı, ailemi bulup, onlarla yaşıyor gibi hissediyorum.
Ertesi gün yine radyo programına katılıyor, duygularımı Malatya ve Malatya dışındaki dostlara aktarıyoruz. Programdan sonra Ermeni mezarlığına gidiyoruz. Babam beni orada bekliyor, ama anam kaybolmuş hissi var gibi, içimde bir şeyler eksik, kayıp. Sultan Kılıç'ın önceden yaptığı araştırmalar doğrultusunda, anamın mezarının, babamın ayakucundaki yosun tutmuş, aşınmış, sahipsiz mezar olduğuna kanaat getiriyoruz.
. Babamın mezarının üstündeki kuruyan zambak yapraklarını temizliyorum. Anamın mezarı diye tahmin ettiğimiz yerde kuru bir ot bile yok ki temizleyeyim. Dua ediyorum, Sara Makasçı anama da uğruyorum.
Ertesi gün erkenden dayımların yaşadığı ilçeye doğru yola çıkıyoruz. Orada varlığını iki yıl önce öğrendiğim dayımı göreceğim. Anamın ölümünden sonra hiç görüşmediğimiz dayımla karşılaşacağım. Bir de teyzem olduğunu köye geldiğimizde öğreniyorum.
TEYZEM, YEĞENİ OLDUĞUMU ANLAYINCA BAYILIYOR
Kayısı bahçesinin, asmaların, elma ve eriklerin içinde iki katlı bir evin önünde duruyoruz. Dayım bahçeden geliyor, sarılıyoruz, gözyaşlarımızı tutamıyoruz. Biraz anamdan bir şeyler, bir iz arıyorum. Gözüm hep dayımın üstünde, dayımın hanımı, çocukları, torunları var, ama ben dayımı inceliyorum. Durmadan geçmişi soruyorum, dayım da anlatıyor. Anamın mezarının yerini dayım, bizim belirlediğimiz yer olarak tarif ediyor. Rahatlıyorum.
Birkaç bahçe ilerideki teyzeme gidiyoruz. İstanbul'dan misafiriniz geldi diyorlar. Eniştem ve teyzem neşeyle hoş gelmişler, diyorlar. İşte bacın Zahide'nin oğlu Garabet der demez, yaşlı, ufacık kalmış kadıncağız titreyerek kucağıma yığılıyor. Sonra kaskatı kesiliyor. Ayıltıyoruz, konuşamıyor. Gözlerini yüzümden ayırmaksızın sürekli ağlıyor. Ben de teyzeme bakıyorum. Anamdan bir iz, bir görünüm, bir koku, bir sıcaklık arıyorum. El ele ağlaşıp oturuyoruz.
Eniştem, doksan yaşın üzerinde. Anamın mezarını kendisine de soruyorum. Teyzemin kocasıyla konuşurken annemin mezarını sordum. Gayet net cevap verdi: “Ermeni mezarlığına gir, hafif rampayı çık, sağ tarafa dön, kırk adım yürü, ananın mezarının başına geleceksin, dedi. Zaten babanı da ben götürdüm, annenin başucuna gömdük.” dedi. O gece orada kalamadım. Sabah erkenden mezarlığa gitmek istiyordum. Ertesi gün Asvadzadzin’di ve bayramı annemle kutlamak istiyordum. İşte o akşam, müthiş bir rahatlama ile hani deliksiz derler, işte öyle rahat uyudum.
Asvadzadzin’de Malatya’da yaşayan bir grup Ermeni dostumuzla mezarlıkta toplandık. Birlikte dua ettik. Konuklarımıza üzüm ikram ettik. Anamın mezarını bulmak en büyük arzumdu. Mezarı bulunca ağladım, çok ağladım. Sonra bir rahatlama duygusu geldi. Anneme kavuştum. Artık 45 değil 4 yaşımdaydım.
Malatya'm; sağalmaz yaram, bitmeyen hasretim. Kırk yıllık hasretimi dört güne sığdırırım sanmıştım. Her yanını gezmiş, doyamamıştım. Malatya'da, beni; ben olduğum için seven ve bana değer veren yeni dostlar edindim. Malatya'mın yanı sıra sevdiğim dostlarım, hasretimin tuzu biberi oldular.
Ben Malatya'ya hasrettim, hala da öyleyim. Bedenen İstanbul'da, ama düşünce olarak, ruh olarak Malatya'da kaldım. Dalgın yürüdüğüm yolları, Malatya'nın sokaklarına benzetiyorum... Kısmet ise; çok yakın zamanda gidip anamın mezarını da yaptıracağım. Sonra mı? Malatya'ya gitmek için ziyaret edecek iki mezar, bir dayı, bir teyze, tadın a doyum olmaz lezzetler için Beş Konaklar’da kiraz yaprağı sarma, bumbar dolması, analıkızlı köfte, birçok da dost görmek için gidilmez mi?
Sultan KILIÇ